27 Ekim 2015 Salı

Mad Men yan etkisi

http://urban-barbarian.deviantart.com/art/Mad-Men-309718670
Bir süredir Mad Men izliyoruz.70'lerde yaşamış bir grup reklamcının hayatı diye çok kısaca özetleyebilirim. Daha ilk sezondayız, 6. veya 7. bölümü seyrettik herhalde en son ama bende şimdiden yan etkiler baş göstermeye başladı. Kadınlardaki o elbiseler, o hal-tavır, o saç-şekil, çıldıriciym.

http://somuchtosmileabout.com/2013/08/mad-men-sketches-at-the-smithsonian/
Zaten oldum olası severim bu tarz giyimi. Her bir bölüm ayrı bir fırtına :) Zarif yakalar, tam oturan beller, diz altı, hafif kabarık etekler... İçimi gıdıklıyor.  Belki de en iyisi kumaş alıp çeşit çeşit diktirmek bunlardan. Araştırayım bakayım biraz daha, bir yerler bulursam haber vereceğim. (Görsellerin orjinalleri için üzerine tıklayınız)
 

Kış geliyor mu?

Bu blogda görüp görebileceğiniz en karanlık fotolara hazır mısınız? Hayatında ilk defa kışı iyi hislerle bekleyen beni garipsiyorum bu aralar. Her şey o kitapla başladı. 3-5 hafta önce aldığım Selina Lake'in 'Winter Living / Kış Yaşamı' kitabındaki hisler öyle bir sarıp sarmaladı ki beni, etkisinden çıkamadım hala. Çıkmak da istemiyorum zaten. Normalde bu haftalarda yaz mevsiminin 'ne çabuk' bittiğine hayıflanıyor olmam gerekirdi. O kitaptan beri kışla ilgili tatlı bir bekleyiş yerleşti içime. İnsanın tecrübeleri ve hisleri dönüp dolaşıp 'bakış açısı' denen kavrama dayanıyor. İyi ki bakış açımızı değiştirebilmemize yardım eden kitaplar, filmler ve bilimum diğer unsurlar var.

Geçen cuma günü de soğuk havaya ve hasta olmama rağmen ufak bir yürüyüş yapmış ve muhteşem bir kızıllığa bürünmüş bir çınar ağacından dökülen yaprakları toplayıp eve getirmiştim. Akşamında şöminenin alnına bir misina gerip yaprakları misinaya astım sırayla.
Sağa sola ise mumlar ve kağıt fenerlerimi yerleştirdim. Bu kağıt ev çok hoş bir DIY kit aslında. Demonte olarak www.bayantilda.com'da satılıyor.  Önce evi yapıyorsunuz. Sonra içine bir tealight mum. Hepsi bu kadar.

Selina'nın kitabında çok güzel uygulamalar, fotoğraflar ve anlatımlar var. Keşke diğer kitaplarını da bulabilsem bir yerlerde. Güzel bir salı günü dilerim size. Selam ve sevgiler.
 

26 Ekim 2015 Pazartesi

İlginç şeyler

 
 
Şu geçen hafta başladığım resim çizme maceram var ya hani (burada anlatmıştım) enteresan bir şekilde ilerliyor. Geçtiğimiz hafta sonu biraz daha çizim yaptım fakat bu sefer başka çizimlere bakmak yerine içimden geldiği gibi çizim yapmayı denedim. Ve bilin bakalım ne oldu. Aslında çok karakteristik çizgilerim varmış, ya da daha doğru bir ifadeyle bir stilim varmış. Çizimlerden çok karalamaları kullanıyorum mesela sanki. Tek düz çizgiler yok da dairesel kalem darbeleri var. Ben de anlamadım gitti :)
Bunları tükenmez kalemle çizdim. Figürleri yaparken elimi neredeyse hiç kaldırmadım. Çizgiler kendiliğinden geldi öylece.

Bu sigaralar pipolar nereden çıktı en ufak bir fikrim yok, sanki dört bir yanım içicilerle doluymuş gibi (ama aslında içen tanıdığım neredeyse hiç yok) Bu aralar her gece birer bölüm Mad Men seyrediyorum, belki ondandır :)
 Üzgün adam, mutlu genç ve bebecik

Birkaç tane de evdeki eşyalardan çizmeyi denedim sonra.
Tanıdık birileri bu yazıyı okuyor mu bilmiyorum ama eğer varsa sormak isterdim bu hanım ve bey tanıdık geldi mi diye :) Yani gözünüz bir yerden azzzıcık da olsa ısırıyorsa bana yeter :)


23 Ekim 2015 Cuma

Sonbaharın güzelliği

Bir nevi pişmanlık benimkisi. Doğanın güzelliğini, hele de adına sonbahar denen mevsimin güzelliğini geç keşfedenlerdenim ben. Şehir hayatını ve şehrin nimetlerini bir şey sandım uzun süre. Neyse ki en azından son 3-5 yıldır döndüm o yanlış yoldan :) Şimdi artık görebiliyorum doğayı ve güzelliğini, hiçbir şeyde olmayan bir güzellik var onda.
Bugün dünden daha hasta uyandım. Bütün gün penguen penguen dolandım evde, epey çalıştım. Sonra bir ara evde durmaktan baygınlık geldi. Hazır bir gün evde boş duracaksın işte, dursana. Yok. Sıkı sıkı giyinip ufak bir yürüyüşe çıkardım kendimi. Epey bir zorlandım ama çok iyi geldi. Etraf muhteşem görünüyor.
 Suyun sesini de aktarabilsem size keşke.
 Oracıkta öylece büyümüş kendi başına. Turuncu güzel çiçek.

 Oturmadan geçmek yasakmış, öyle fısıldadı bank :)
 Dünyanın en güzel ağacı mısın? Dökülmüş bütün yapraklarını topladım.
 3 deyince hep beraber atlıyoruz çocuklar :)
Üstteki ağacın yapraklarından güzel bir cuma günü selamı olsun bu da size. Güzel huzurlu bir hafta sonu dilerim.

22 Ekim 2015 Perşembe

Çizim defterim

 
Şu anki halim: Gözlerim birer su pınarı, burnum çeşme. Şimdiden habire silinmekten kıpkırmızı oldu bile. Üzerimde uzun polar sabahlığım, ayağımda anneanne çoraplarım. Sabah hasta uyandım. Ofise giden o uzun kıvrım kıvrım yolu gözüm yemedi, evden çalışıyorum, ara ara da dinleniyorum. Dün sabah hastalığın adım adım gelmekte olduğu belli iken tuttum bir de akşam rutin spor programımın üzerine bir saat de stepe girdim o halde. Terledim ve üzerimi hemen değiştiremedim. Netice şu anki halim. Dışarda incecik bir yağmur, hava karanlık. İyice ter atmak için ufak bir yürüyüş ardından saunaya gireceğim birazdan ama evden çıkmadan önce size bir merhaba demek istedim. Yaptığım çizim denemelerini bir önceki yazımda anlatmıştım size. Sonraki akşam, yaptığım çizimleri tek tek kestim ve bir defter seçip o deftere yapıştırdım. Bundan sonra yapacağım çizimleri direkt olarak bu deftere yapacağım. İlerde ne güzel hatıra olur. Hatta duyduğum yeni kelimeleri, cümleleri de bu defterde toplayayım diyorum. Kendini eğlendirmek bedava :)
Bugün de imkan bulursam çiziktireceğim biraz. Komşum kahveye uğradı sabah. 2 minik tatlı 'hasta arkadaş hediyesi' getirmiş. Ne güzel şey sevmek sevilmek, hastayken nazlanmak :) (Şu anki halime hastalık demek şımarıklık oluyor farkındayım ama mazur görün o kadarcık) Sevgiler benden size kocaman.

20 Ekim 2015 Salı

Son dönem merakım. Oturdum denedim

Dün size burada yazdığım, son dönemde aklımın bir köşesinde yer eden çizim merakı ile ilgili olarak, dün akşam eve gidip rutin işleri tamamladıktan sonra masama oturdum. Defniko'nun 'Bisküvi adam' kitabını önüme aldım ve baka baka çizmeye başladım. Kitabın ana karakteri bu yaşlı teyze :) Kitapta resmedilen çeşitli figüratif hallerine bakarak çizdim tek tek. Zaten bir yerden başlanacaksa o yer çocuk kitapları olmalı çünkü insana ilham veren dünya kadar çizim var içlerinde.
 Örgü ören ve yufka açan tonton ve tatlı kadın :)
Sonra bu kaktüsleri çizdim. Bunları da Flow Dergi'nin bir sayısına bakarak yaptım.
Gördüklerimin tamamen aynısı.
 Bu ikili yine Defniko'nun bir başka kitabından
 Bu çizdiklerimi tek tek kesip kendi yaptığım bu deftere yapıştırmayı planlıyorum bu akşam.
Daha sonra çizeceğim şeyleri bu deftere çizeceğim direkt olarak. Sketch book olsun bunun adı :) 
Ne düşünüyorum biliyor musunuz? İnsanın en üstün yılları çocukluk yıllarıdır. Özellikle de 4-8 yaş dolayları. Öğrenmenin getirdiği şartlanma ile çocukluktan çıkmaya başladıkça üstün vasıflar yerini sıradanlaşmaya bırakır. Bir çocuk her anlamda bir yetişkinden üstündür. Bir çocuk bir yetişkinden kesinlikle çok daha enerjiktir; yorulmak nedir bilmez. Çok daha kolay öğrenir; yeni bir dili bir yetişkine 2 yılda öğretemezken çocuk çok daha kısa sürede öğrenir. Tamamen mutludur; mutsuz olmayı, elindeki ile yetinmemeyi henüz bilmez. Tüm kötülüklerden arınmıştır, hırs, aldatma, kandırma, menfaat güdüsü yoktur ve en önemlisi inanılmaz derecede yaratıcıdır. Yaratıcılık konusunda hiçbir sınırı yoktur. Ben üstteki resimleri baka baka yaparken, Defniko da yanımdaki sandalyede bu güneşi yaptı. Akşam batan, yani uykuya çekilen bir güneşmiş. Ortadaki turuncu daire, etrafındaki dalgalı sarı hare, uzunlu kısalı ışın çizgileri, kapalı gözlerin verdiği uyku anlatımı ve yanakları işaret eden yuvarlaklar. Gerçek yaratıcılık böyle bir şey işte. Geçen hafta Atina'da müzede sanatçıların eserlerini seyrederken bunu düşünüyordum. İnsan içindeki yaratıcılığı neden kaybeder? Hangi ressam olduğunu hatırlamıyorum ama bir ressam ne güzel söylemiş (hatırladığım kadarıyla) 'İçindeki çocuk yaratıcılığını yetişkinliğinde de kaybetmeyenler gerçek sanatçılardır' Ne kadar doğru. Sevgiler benden size kocaman.

19 Ekim 2015 Pazartesi

Son dönem merakım

http://www.sesamestreet.org/parents/theshow/behindthescenes/htd-cookie
Son dönemde neye merak saldım biliyor musunuz? Çizime. Fena halde figür ve illüstrasyonlar yapasım var. Hep Flow Dergi'den oluyor bunlar biliyorum. Bu akşamdan tezi yok denemeler yapacağım. Defniko'nun online İngilizce kitaplarında süper stilize çizimler var. Bir de onlar tetikliyor beni. İlk denemelerimi onlara bakarak yapayım bakalım neye benzeyecekler. Bardağın yavaş yavaş suyla dolması gibi insanın bir şeye merak salması. İçinizdeki ilgi arttıkça bardak doluyor ve o taşma noktası ise insanın harekete geçme anı. Sonuçlar paylaşılası olursa paylaşırım sizinle de. (Üstteki görselin orjinaline ulaşmak için lütfen üzerine tıklayın)

Yeni yıl hazırlıkları başlasın! :)

 
Geçtiğimiz pazar günü 2016 için tebrik zarfları ile kartlarımızı hazırlamaya başladık. Malum 15 Ekimi geçtik, bundan sonrası su gibi akıp gidecek ve bir anda senenin sonunda bulacağız kendimizi. Bu nedenle biz, son birkaç senedir alışkanlık haline getirdiğimiz üzere, el yapımı kart ve zarflarımızı hazırlamaya başladık. Çoğunu yaptık sayılır. Bazı alıcılara bir tane benden bir tane Defniko'dan, kimilerine ise sadece benden gidecek. Sevdiklerinize, onları sevdiğinizi ve düşündüğünüzü hatırlatmanın daha güzel bir yolu olamaz bence. Yapması da yapana keyif tabii.
2 farklı boy ve şekilde büyük zarf yaparken 2 de minyatür boy yaptım. İçlerinde sihirli birer kelime var :)
Siz de yapıyor musunuz? Yapmayanlar bu sene denesin bence. Hem kart yapımı, hem de alan kişiden duyacaklarınız sizi çok mutlu edecek. Haydi bakalım, kolay gelsin herkese.

Hasret

Evden ayrı kalınca yerini yurdunu çok özlüyor insan. Geçtiğimiz Cuma gecesi dönüş yolunda artık burnum tütmeye başlamıştı özlemden, hasretten. Kısa ayrılıkların insana kattığı en güzel şey budur. Özlem ve hasret girer hayatına ve bunlar çok güzel duygulardır. Böylece kıymet bilmeyi, beraber olduğun anlardan en güzelini elde etmeyi daha iyi bilirsin. Cumartesi sabahı ilk iş Defniko ile güzel bir yürüyüş yaptık. Yaprakları süpürdük, temiz havayı çektik içimize, gizli yerimize gidip ortamı kolaçan ettik, sonbahar çiçeklerini seyrettik. Etrafımızda olan biteni fark ettik ve şükrettik.
Cumartesi günü yazdan gövdesi kalan sebzeler söküldü ve yerine kışlık sebzeler dikildi. Bu bölüm marullar. Salyangozlardan kurtarabilirsek yiyeceğiz bakalım :)
 Biberler durmadan vermeye devam ediyor, o nedenle söktürmedim henüz.
 Portakalları bekliyoruz sabırla. Herhalde 1- 1,5 aya olacaklar.  
 Portakal, limon ve mandalina ağaçları saksıda. Ekim için bir yeriniz yoksa balkon, teras vb gibi yerlerde saksı içinde rahatlıkla yetiştirebilirsiniz.

 Doğanın mükemmel güzelliği ve ellerimin kiri :)

 Komşunun dev göknarı ve nar ağacı. Fotoğraf güzelliği tam veremese de çok uyumlular yan yana.
 Ve sonbahar çiçekleri
 Sarılar
 Ürkek komşu kızı :)
 
Her yürüyüşten farklı bir şeyle dönüyoruz. Bazen taş, bazen dal, kimi zaman çiçek... Bunlar da Defniko'nun konfetileri, yere dökülen minik beyaz çiçekler... İyi haftalar diliyorum herkese. Sevgi ve selamlar.

16 Ekim 2015 Cuma

Tanıştırayım: Livia!

Tanıştırayım: Bu hanımın adı Livia. Atina Arkeoloji Müzesinin bilmem hangi kanadının, bilmem hangi galerisinde çıktı karşıma. Günümüzden tam 2100 yıl önce Girit'te yaşadı. Denizi gören tek katlı kocaman bahçeli evi, dört çocuğu vardı. Augustus'un karısıydı. Galerideki yüzlerce portre arasında en çok dikkatimi çeken Livia oldu. İfadesinde karşıdakine geçen bir netlik ve huzur var. Çenesindeki yuvarlak çıkıntı, kulaklarındaki delikler, dudaklarının şekli, iddalı ama düzgün burnu, yuvarlak yüz hatları ve geriye doğru kabartarak taradığı kahkülü ile çok tanıdık biri gibi geldi bana. Her an ete kemiğe bürünüp saati soracakmış gibi mesela. Ne ilginç değil mi? Bir sanatçıya poz verip heykelini yaptırıyorsun, 2000 yıl sonra insanlar gelip seni hayranlıkla seyrediyorlar ve belki bir 2000 yıl daha seyredecekler. Sanat kimi insanlara bahşedilmiş bir lütuftur. Nedir sanat? İnsanın doğayı kendince yorumlayarak taklit etmesi, hayatı anlama çabasıdır. Ve bu çabadan ötürüdür ki hayatlarımızda bambaşka bir boyut var. İnsanlara hitap edebilmek, onları böylesine yapıtlarla büyüleyebilmek ne kadar güzel bir şey.

Bugün çok güzel bir cuma günü. Saat 15:02. Atina'daki son saatlerim. Akşam aşklarıma kavuşacağım anı iple çekiyorum. 4 gün için; biri siyah, biri lacivert, biri kırmızı ve biri de şirketimin kurumsal kataloğundaki bordo renklerinde 4 elbise 2 ceket getirmiştim. 1 çift bot, bir çift de ayakkabı. Hepsini topladım. İtinayla valizime yerleştirdim. Mini seyahat boy macunum, şampuanım (otel şampuanlarını kullanmıyorum), diş fırçam, dergilerim, not defterim, 4 günlük konferansta dağıtılan dökümanlar ve promotif hediyeler, her şey valize bir puzzle yerleştirir gibi yerleşti.  Geriye bir tek kapaması kaldı. Yazı bitince, bilgisayarı da valize yerleştirip fermuarı kapatacağım. 400 kişilik bir konferanslar zincirinin son gününe geldiğinizde ilk gün artık aylar öncesiymiş gibi gelmeye başlıyor.

Şimdilik bu kadar. Herkese çok güzel bir hafta sonu diliyorum.

14 Ekim 2015 Çarşamba

Atina'dan selamlar

Saat 23:45... 13 Ekim Salı gecesi (Yazı yarın yayına girecek) Uzun, upuzun bir günün sonunda Atina'daki otel odama yeni girdim. Gayet tabi Mikis Theodorakis 'Zorba' çalıyor fonda. Ortalık iyice sessizleşti, müzik ve klavyenin tıktıkları var sadece. Zaman çok göreceli bir kavram. Gün uzun ve dolu geçince, aynı günün sabahı günler öncesi gibi kalıyor insanın zihninde. Garip bir his. Sabah 09:55'te Sabiha Gökçen'den uçtum. Uçakta güzel bir sürpriz bekliyormuş beni. Yarıdan fazlası boştu :) Uçmayı ve uçakları seviyorum. Özgürlüğümüz onlar. Diğer taraftan, fiziksel anlamda sıkışık bir ortamları var. Bu nedenle, boş uçağı bulunca yolculuğumun yarısı cam kenarında, yarısı koridor kenarında ama büyük çoğunluğu her üç koltuğu da itinayla dolu dolu meşgul ederek geçti :) Tuhaf bir keyif aldım bu beklenmedik ekstra özgürlükten :) Kısa yolculuğum boyunca 'Kafa' dergiye gömdüm kafamı.
 Şu görüntüye aşık olmamak mümkün mü? Işıl ışıl, pamuk pamuk...
 Ve iniş, gölgemiz minicik orada.
 1 saniye sonra tekerlekler yere değecek... Bir 6-8 sene önce uçak inince yolcular alkışlardı, hatırlıyor musunuz :)
Yabancı bir havalimanında insanı ilk karşılayan şeyler; tabelalar. Tam anlatamayacağım garip bir his. Yabancı ama tanıdık, Mesafeli ama sıcak.
Bir şehirde geçireceğiniz boş zaman çok kısa ise eğer ilk yapılacak şey kesinlikle 'sight seeing' otobüslerle kısa şehir turu. Bir de üst katta yer bulursanız hemen atlayın :) (Şu pembe güneş şemsiyelerinden ben de istiyorum lütfen :)) Atina İstanbul gibi. Tarihinden kalan muazzam varlıklara rağmen şehir çok tahrip edilmiş. Çok kötü ve plansız yapılaşma beton gölüne çevirmiş ortalığı. Yeşil alanlar yok denecek kadar az.
Turdan sonra soluğu meşhur Acropolis'de aldım. Anlatmaya kelimeler yetmez. Şehrin göbeğinde, kayalıkların üzerinde muazzam tapınaklar. Yüzyıllar öncesinin mimari stilinden ve estetik anlayışından büyüleniyorum. Antik Roma ve Helenistik dönem insanlığın en üstün zamanlarıymış gibi geliyor.
 Kısmi restorasyon devam ediyor.
 Denizi görebiliyor musunuz?

 Gök öyle güzel, öyle yakın. Bir de Nemrut'ta hissetmiştim burada hissettiklerimi.
Burada saatlerce bu manzaraya bakabilirim.

 Uzun günlerin, uzun yürüyüşlerin en risksiz, en güvenilir ve lezzetli destekçisi portakal suyu. Aslında daha da iyisi nar suyu ile karışık olanı ama aldığım yerde nar yoktu. O kadar yürüdüm ki emektar sneakerlarımın solunun altı gün sonunda tamamen dağıldı :)
Eğer Atina'ya yolunuz düşerse, tipik turistik yerlerden daha farklı bir bölge görmek isterseniz Ermou Caddesi ve Monastraki bölgesine uğrayın. Bit pazarları, vintage kıyafet dükkanları ve sahaflar sizi bekliyor :)
 Sol alttaki daktiloyu isterdim tabii :)
Saatler süren yürüyüş esnasında bir de Tiger mağazasına denk gelince Defniko'nun hediyelerini de ilk günden halledivermiş oldum :) Akşam Yunanistan ofisimizin semineri, ardından kokteyl ve Piraeus'de yediğimiz yemek sonrasında bugünü noktalamak üzereyim. Şimdi malum, yatağa çivilenmişçesine monte edilmiş yorganımı başarı ile ayırıp yatağıma girmem ve sıcacık derin bir uykuya dalmam lazım. İmkanım olursa yine yazarım belki buradan. Sevgiler herkese.